Mark Archbar ve Jennifer Abbott tarafından yönetilen Kanada yapımı belgesel The Corparation kazancın ve gücün insanları ve onların yarattığı bir oluşum olan şirketi nasıl etkilediğini anlatırken bize şu soruyu soruyor: Şirket bir insansa; nasıl bir insan? Benim kendime sorduğum soruysa: Bir insansa bir başkasını nasıl sömürebilir?
Bir mal veya hizmet üretmek, bunu satmak, başka birini
almak belki işleyerek yeniden satmak ve bunu belli bir düzen içerisinde yapmak;
iş yapmak. İş yapmanın daha düzenli, belirli kurallar çerçevesinde düzenlenmiş
hali: Şirket. Filmde bir adam işinin sorumluluklarından yorulduğunu ve hepsini
kendi üzerine almak istemediğini söylüyor; arkadaşı da ona öneriyor; ‘Bir
şirket kur’. Aynı kazancı, ilerlemeyi belki de daha fazlasını bu şirketle elde
et ama sorumluluğu sadece kendi üzerine alma.
İş yapmanın daha düzenli hali
şirket elbetteki bir insan değil, ama hukukun önünde tüzel bir kişilik. Yani
yaptıklarından sorumlu, dava edebilir ve edilebilir bir yapı. Aslında
yaptıklarını, yapacaklarını belirleyenler ise içindeki insanlar. Tıpkı bilim kurgu
filmlerinde olan içindeki insanların yönlendirdiği robotlar gibi. Ne yapacağı ise
bu insanlara kalmış. Bir yandan kaçak güreşmek gibi, şirketi istediğin gibi
yönlendirebilir sonrasında ise onun sadece bir yapı olduğunu söyleyerek
sorumluluktan sıyrılabilirsin. Peki hukuk önünde şirket bir ‘kişi’ ise bu kişi
nasıl biri? İzlediğimiz belgeselde de üzerinde durulan asıl nokta bu şirketi
bir kişi olarak kabul ediyorsak peki ya o nasıl bir insan?
Filmde şirket kavramının ortaya çıktığı ve
kapitalizmin daha vahşi olduğu dönemlerden başlayarak şirketlerin yaptıkları
bize tek tek gösteriliyor. Bu yapılırken de WHO’ın ‘’Personality Diagnostic
Checklist’’i kullanılıyor yani psikolojik bir rahatsızlık olup olmadığını
belirlemek için kullanılan maddeler. Görüyoruz ki bütün bulgular ‘şirket’in bir
psikopat olduğunu gösteriyor; sosyal normlara karşı gelme, kanunlara uymayacak
davranışlar sergileme, suçluluk duygusu hissetme yetersizliği ve bunun gibi
birçoğu... Şirketlerin şuanki durumunun filmdekinden daha iyi olduğunu ve
yasal yaptırımların daha ciddi olmaya başladığını umarak benim asıl ilgimi
çeken noktaya geçiyorum. Şirketlerin az gelişmiş ülkelerde çok düşük ücretler
karşılığı çalıştırdığı-sömürdüğü işçiler ve onlara sağlamadığı çalışma
koşulları...
Filmde işlenen konuya benzer bir durum geçenlerde
haberlere yansıdı; Bangladeş’de büyük hazır giyim firmalarından birinin fabrikasında
çıkan yangın ve sonucu 112 kişinin hayatını kaybetmesi. Bu haberi ilk
gördüğümde hissettiğim duygu üzüntü ve suçluluk idi.Neden suçluluk? Çünkü bizzat
benim de kullandığım birçok giyim ürünü Bangladeş, Morocco gibi az gelişmiş
ülkelerde üretiliyor ve ben bilmeden bunları alıyor, onları sömürüyorum.
Saatine 0.08 cent ödenen işçilerin emeği bizlere belki 100 dolara satılıyor ve
bizde bunları alarak onları sömürüyoruz. Bu ürünleri alırken üretildikleri ülkelerde
daha ucuza mal edildiğini elbetteki tahmin ediyordum ama filmdeki oranları
gördükten sonra daha da farkına vardım diyebilirim.
Şirketler az gelişmiş ülkelerdeki insanları ucuz iş
gücü olarak kullanıp onların aczinden bir anlamda faydalanıyor peki bunun
karşılığında en azından insani ve sağlıklı çalışma şartları sunuyor mu?
Haberden anlayacağımız üzere cevap şu; hayır, sunmuyor. Aksine daha fazla ‘’refaha
kavuşturacak’’ alan arıyor. Bu da beni başladığım noktaya getiriyor,
yaptıklarıyla şirket psikopati davranışları sergiliyor mu? Şirket hukukun
önünde bir ‘kişi’ olarak kabul ediliyor ve hakları varsa, aynı şekilde bir
başkasının haklarını çiğneme hakkı da olmamalı.
Tüm bunların yanında ben çevreye ve doğal düzene
saygılı, çalışanlarının haklarını sömürmeyen şirketlerinde olduğuna inanmak
istiyorum ve var olduklarını düşünüyorum. Kullandığı iş gücü ve hedef kitlesi
insan olan ve insanlardan kurulan bir oluşum nasıl olur da insanların haklarına
saygılı olmaz bunu anlamak güç.
0 yorum:
Yorum Gönder