Buhar gücüyle çalışan makinelerin bulunmasıyla başlayan Sanayi Devrimi ,üretim güçlerini değiştirmiştir. Basit el aletlerinin yerini makineler almış ve seri üretime geçilmiştir. ”Büyük balık küçük balığı yer” mantığıyla küçük iş yerleri önemini yitirmiş, büyük şirketler ve fabrikalar ön saflarda rol almaya başlamıştır. Tüm bunların etkisiyle sermaye yani para , insanların yaşamlarının merkezi haline gelmiştir. Ve paraya, daha çok paraya ulaşmak için insanlar, insanları ve çevreyi sömürmeye başlamıştır.
Jennifer Abbott, Mark Achbar ve Joel Bakan tarafından hazırlanan belgesel “The Corporation” tam da bu noktaya parmak basan bir sistem özeleştirisidir. Belgeselde dünyanın en büyük şirketlerinin yöneticileriyle (Shell ,Pfizer,IBM vb.) ve ekonomistlerle yapılan röportajlara yer verilmiştir. Madalyonun arka yüzü daha doğrusu şirketlerin gerçek yüzleri ortaya çıkarılmıştır.
Toplum içinde başkalarının duygularına karşı duyarsız, başkalarının güvenliğine karşı kayıtsız, yaptığı işten suçluluk duymayan ve toplumsal değerlere uymayan insanlar, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yapılan kişilik teşhis kontrolünde psikopat olarak teşhis edilir. Bu özellikler hukuki anlamda “kişi” sayılan şirketler içinde geçerli mi acaba ? ”The Corporation ” ile bizlere bu durumun geçerli olduğu gösteriliyor. Çıkan sonuçlar
şirketlerin çoğunun psikopat olduğu bilgisini veriyor bizlere.
Şirket denilince hepimizin aklına düzenli bir iş çerçevesi içinde belli bir ortak amaca ulaşmak için toplanmış insan topluluğu gelir. Ulaşılmak istenen ortak amacı tahmin etmek hiç de zor değil: PARA. Şirket ve hisse sahipleri; onlar için insan sağlığından, çevreden, hayvanlardan daha değerli olan bu amaca ulaşmak için yani parasal zenginliklerini arttırmak için sahip olduğumuz gerçek zenginlerimizi hiç düşünmeden çöpe atabiliyorlar. Sonuçlarını bile bile zehirli atıklarını, sentetik kimyasallarını doğaya, temiz sulara boşaltarak hem çevreyi hem de insan yaşamını tehlikeye atıyorlar. Burada bir nokta aklıma takılıyor: Kendilerinin, kendi yakınlarının yaptıklarının sonuçlarından etkilenebileceklerini hiç mi düşünmüyorlar acaba ? Kansere, doğum bozukluklarına ,hormonal bozukluklara neden olarak kendilerini katil gibi hissedip , nasıl hala aynı çalışmalara devam ediyorlar ? Bu durumu anlamak gerçekten çok zor . Bazı sivil toplum örgütleri bu zararlara dur demek için çalışmalar yapıyor. Bunun en güncel örneği de son Greenpeace çalışması. Ütopik bir düşünce gibi olsa da umarım dünyadaki tüm şirketler bu örnekteki gibi doğru yolu bulurlar.
Belgeselde de izlediğimiz gibi bazı şirketler sosyal sorumluluk adı altında sattığı ürünlerin etiketlerinin üstüne “Bu ürünü satın alarak çocuk derneklerine katkı da bulunmuş oluyorsunuz” gibi yazılar yazmaktadır. İyi planlanmış bir sosyal sorumluluk projesi gibi geliyor ilk başta. Ama çoğu şirket o ürünlerin üretiminde ucuz iş gücü sağlamak için çocukları kötü koşullar altında çalıştırmakta. Uygulamak istediği proje, uygulanan yol ile çelişiyor ve hiçbir anlamı kalmıyor bence.
Buhar makineleriyle buharlaşan duygular… Bu duyguların uçup gitmesiyle ortaya çıkan insanlar… Ve bu insanların oluşturduğu şirketler: Duyarsız, bencil , duygusuz , hilekar, para odaklı şirketler.
Hükümet tarafından , sivil toplum örgütleri tarafından şirketlere yapılan denetimler arttırılırsa paranın sahip olduğumuz gerçek zenginliklerimizi yenmesine engel olabiliriz belki de.
0 yorum:
Yorum Gönder