9 Aralık 2012 Pazar

BUHAR MAKİNESİYLE BUHARLAŞAN DUYGULAR


    Buhar  gücüyle  çalışan  makinelerin  bulunmasıyla  başlayan  Sanayi  Devrimi  ,üretim güçlerini  değiştirmiştir. Basit  el  aletlerinin  yerini  makineler  almış  ve  seri  üretime     geçilmiştir. ”Büyük  balık  küçük  balığı  yer”  mantığıyla  küçük  iş  yerleri  önemini yitirmiş, büyük  şirketler  ve  fabrikalar  ön  saflarda  rol  almaya  başlamıştır. Tüm  bunların  etkisiyle  sermaye  yani  para , insanların  yaşamlarının  merkezi  haline  gelmiştir. Ve  paraya,  daha  çok  paraya  ulaşmak  için  insanlar, insanları  ve  çevreyi sömürmeye  başlamıştır.


Jennifer  Abbott, Mark  Achbar  ve  Joel  Bakan  tarafından  hazırlanan  belgesel   “The  Corporation”  tam  da  bu  noktaya  parmak  basan  bir  sistem  özeleştirisidir. Belgeselde  dünyanın  en  büyük  şirketlerinin  yöneticileriyle (Shell ,Pfizer,IBM vb.) ve  ekonomistlerle  yapılan  röportajlara  yer  verilmiştir.  Madalyonun   arka  yüzü  daha  doğrusu  şirketlerin  gerçek  yüzleri  ortaya çıkarılmıştır. 

Toplum  içinde  başkalarının  duygularına  karşı  duyarsız,  başkalarının  güvenliğine    karşı  kayıtsız,  yaptığı  işten  suçluluk duymayan  ve  toplumsal  değerlere uymayan  insanlar,  Dünya  Sağlık  Örgütü (WHO)  tarafından  yapılan  kişilik  teşhis  kontrolünde  psikopat  olarak  teşhis  edilir.  Bu özellikler  hukuki  anlamda  “kişi”  sayılan  şirketler  içinde  geçerli  mi  acaba ? ”The  Corporation ”  ile  bizlere   bu  durumun  geçerli  olduğu  gösteriliyor. Çıkan  sonuçlar şirketlerin  çoğunun  psikopat  olduğu  bilgisini  veriyor  bizlere.  
    
    Şirket  denilince  hepimizin  aklına  düzenli  bir  iş  çerçevesi içinde  belli  bir  ortak  amaca   ulaşmak  için  toplanmış  insan  topluluğu  gelir. Ulaşılmak  istenen  ortak  amacı  tahmin  etmek hiç  de  zor  değil:  PARA. Şirket  ve  hisse  sahipleri;  onlar  için  insan  sağlığından,  çevreden,  hayvanlardan  daha  değerli   olan  bu  amaca  ulaşmak  için  yani  parasal  zenginliklerini arttırmak  için  sahip  olduğumuz  gerçek  zenginlerimizi  hiç  düşünmeden  çöpe  atabiliyorlar. Sonuçlarını  bile  bile  zehirli  atıklarını,  sentetik  kimyasallarını  doğaya,  temiz  sulara boşaltarak  hem  çevreyi  hem  de  insan  yaşamını  tehlikeye  atıyorlar. Burada  bir  nokta  aklıma  takılıyor:  Kendilerinin,  kendi  yakınlarının  yaptıklarının  sonuçlarından  etkilenebileceklerini  hiç  mi  düşünmüyorlar  acaba ?   Kansere,  doğum  bozukluklarına ,hormonal  bozukluklara  neden  olarak  kendilerini  katil  gibi  hissedip , nasıl  hala  aynı  çalışmalara  devam  ediyorlar ? Bu  durumu  anlamak  gerçekten  çok  zor . Bazı  sivil  toplum   örgütleri  bu  zararlara  dur  demek  için  çalışmalar  yapıyor.  Bunun  en  güncel  örneği  de  son  Greenpeace  çalışması. Ütopik  bir  düşünce  gibi  olsa  da  umarım  dünyadaki  tüm  şirketler  bu  örnekteki  gibi  doğru  yolu  bulurlar.

   Belgeselde  de  izlediğimiz  gibi  bazı  şirketler  sosyal  sorumluluk  adı  altında  sattığı ürünlerin  etiketlerinin  üstüne  “Bu  ürünü  satın  alarak  çocuk  derneklerine  katkı  da bulunmuş  oluyorsunuz”  gibi  yazılar  yazmaktadır.  İyi  planlanmış  bir  sosyal  sorumluluk projesi  gibi  geliyor  ilk  başta.  Ama  çoğu  şirket  o  ürünlerin  üretiminde  ucuz  iş  gücü sağlamak  için  çocukları  kötü  koşullar  altında  çalıştırmakta.  Uygulamak  istediği  proje, uygulanan  yol  ile  çelişiyor  ve  hiçbir  anlamı  kalmıyor  bence.
    
    Buhar  makineleriyle  buharlaşan  duygular…  Bu  duyguların  uçup  gitmesiyle  ortaya  çıkan  insanlar… Ve  bu  insanların  oluşturduğu  şirketler:  Duyarsız,  bencil , duygusuz , hilekar,  para  odaklı  şirketler.

   Hükümet  tarafından ,  sivil  toplum  örgütleri  tarafından  şirketlere  yapılan  denetimler arttırılırsa  paranın  sahip  olduğumuz  gerçek  zenginliklerimizi  yenmesine  engel olabiliriz  belki  de.




   
  












0 yorum:

Yorum Gönder