Son günlerde sosyal
medyada ve toplumda oldukça yankı uyandıran Maya takvimine göre dünyanın yok
olacağı haberleri herkesi etkiledi. Bazıları inanmamakta ısrar ediyor bazıları
ise 21 Aralık’ta Dünyadaki birçok dengenin değişeceğini ve yeni bir dönemin
başlayacağını düşünüyor. 21 aralık 2012 Maya takviminin bitişi olarak ifade
ediliyor ve bu bitişle birlikte dünyayı yok edebilecek birçok etki ve olaydan
söz ediliyor bunlardan birkaçı ise şöyle; Dünya’dan 4 kat büyüklükte olan
Niburu gezegeninin Dünya’ya çok yaklaşacğı ve türlü felaketlere neden olacağı,
güneş fırtınalarının meydana geleceği, gezegenlerin belli bir hizaya gireceği
ve bunun da birçok gel git etkisi yaratacağı ve Dünya ekseninin bir şekilde
kayacağı söyleniyor. Bilim adamları ise bu durumun gerçek dışı olduğunu
söyleyerek Maya takvimini yalanlıyor. Özellikle NASA bu konu hakkında oldukça tatmin
edici bir video yayınlayarak tüm bu beklentileri cevapladı. Twitter ve facebook
üzerinden ise günden güne bu konu hakkındaki yorumlar ve tartışmalar artıyor.
Bugünlerde oldukça sık duyduğumuz bu konu toplumda ve sosyal medyada insanların
merak duygusunu da arttırmakta. Bana göre Dünya’nın sonunun geleceği gün hakkında
bu şekilde tahminler ve yorumların yapılarak bu günün kehanet günü olarak
adlandırılması oldukça ilgi çekici. İletişim açısından baktığımızda ise
gerçeklik payı ne kadardır bilinmez ama insanların gündemlerinde yer etmeyi
başardığı ve bir şekilde sosyal ağda etkin olarak yorum yapmalarını
sağladığından olumlu bir etki yaratmıştır.
Kürt sorunu Trükiyenin en temel sorunlarından biridir. Tarihsel olarak baktığımız zaman aslında ortadoğu sorunudur. Zira Kürtler Irak, Suriye, İran ve Türkiyede belirli bir coğrafyada yaşarlar. Nüfus yoğunluğu bakımından en çok Türkiyede yaşarlar.
Kürtlerin Suriye ve İranda hiç bir kültürel siyasal vs. haklardan yoksundurlar. Ancak Irak ta 1991 kuveyt savaşıyla başlayan ve çekiç güçün kuzey ırak a Kürtleri koruma ile devam eden süreç federal ırak içerisinde Kürtler statüsünü kazanmışlardır.
Türkiyede son bir kaç yıl içerisinde demokratik açılım projesi adıyla yapılan reformlarla Anadilde yayın (TRT-6) bazı okullarda Kürtçenin seçmeli ders olarak alınması gibi haklar verilmiş veya kazanılmıştır.
.
Ama sorun tam anlamıyla çözülmüş değildir. Kısa bir sürede çözülebileceğinede benzemiyor ama çözülmesi gerekir.
Türkiyenin önü ancak o zaman açılır. Konumum ve kariyerim bakımından kesin bir çözüm önerisi sunmam imkansızdır. Ama şunu söyleyebiliriz hazırlanmakta olan yeni anayasa çok ama çok önemli kesinlikle kürtler nazarı itibare alınmalı;
muhatap olarakta kürt halkının kendisi alınmalı; Yani BDP ve PKK çevrelerinin dışında kalan kürt kesimi ki bunlara son seçimleri baz olarak alırsak kürtlerin %50 nin üstünde bir potansiyele sahiptir. Bu kesimle Hükümet veya devlet yada bütünlük içerisinde diyaloğa geçmeli konuşmalı tartışmalı önerileri karşılıklı olarak önemsenmeli iyi niyetli olunmalı ön yargılardan uzak bir şekilde davranılmalı.
Elbette önce kanın durması lazım işte bu açıdan baktığımız zaman aslında kürt sorununun sadece Türkiyenin veya ortadoğu meselesi olmaktan çıkıyor bir dünya sorunu haline geliyor. Görülüyorki kürt sorunu çözülmesi kolay bir sorun değil. Ama çözülmesi gereken bir türkiyenin temel bir sorunudur. Çözüleceğinede büyük umutlarla bekliyor ve ümit ediyorum...
İTALYA'DA BİR TÜRK KÖYÜ
İtalya'nın terk Türk köyü Manzori Dağları'nın eteğinde bulunan 'Moena'
diğer adıyla 'La Turchia' 324 yıldır Türk adetlerine göre yaşayan bir
köydür. Köylüler köken olarak Türk kimliğine sahip olmadıkları halde her
yıl geleneksel Türk Günü festivali yapmaktadırlar. Köylülerdeki bu Türk
sevgisinin nedeni II.Viyana Kuşatması sonrasında yaralı bir Türk
askerenin bu köye sığınmasıyla başlar. Anlatılanlara göre köylüler
köylüler bu askeri iyileştirmiştir. Asker iyileştikten sonra köyden bir
kızla evlenip buraya yerleşir .Köy halkının `Il Turco` adını verdiği
Osmanlı askeri; o dönem dükalığın halktan istediği haksız vergilere
karşı köyü ayaklandırıyor ve koruyor. Kendisini ve Türk adetlerini bu
yörenin insanlarına öyle sevdiriyor ki, ölümünden sonra bile, bu Türk
gelenekleri yaşatılıyor.Halk arasında kahraman olarak görülen Türk
askerinin büstünün de bulunduğu Moena’ya, halk ‘La Turchia’ adını
veriyor.
Bu haber milliyet gazetesinin internet sitesinde ara ara yeni bir
başlık olarak konuluyor ve her konulduğunda tarih merağımdan girip
okumaktan zevk alıyorum. Kültürel etkileşimi çok güzel sıcak bir örnekle
okuyuculara sunan bir haber. Oradaki insanların Türk olmadıkları halde
Türk Festivali düzenlemesi insanın içinde samimiyet , yakınlık duygusunu
uyandırıyor ve bu samimiyet bizim toplumumuz için çok gerekli . Türk
Halkı Avrupa'da yaygın olan 'Türkler barbardır' düşüncesini bildiği için
Avrupa'ya karşı hep bir mesafelidir. 'Avrupa zaten bizi sevmez , zaten
bizi istemez' gibi düşünceler günümüz dünyasında çok büyük problemler
yaratabilir. Zira gerek gelişen iletişim teknolojileri , gerek kültürel
etkileşimler sayesinde dünya evrensel ortak bir kültüre sahip olma
yolunda ilerlemektedir ve Türk Halkının bu tip düşünceleri sayesinde
Türkiye bu oluşumun dışında kalmaktadır . Bence bu haber bu düşünceleri
kırma , Avrupa'ya karşı sempati uyandırmada çok etkili bir haberdir.
Türk insanın profilini düşünecek olursak bu tip yakınlıklara karşı büyük
ilgileri vardır ve böyle durumlardan çok hoşnut olurlar. Bu haber
sayesinde bazı insanlarda bir İtalya sevgisi yaratılmış hem de Avrupa
toplumlarının hepsinin bizi sevmediği düşüncesi bir parçada olsa
yıkılmıştır.
Haber özellikle toplumumuz için çok ilgi çekici başarılı bir haberdir
. Zaten öyle olmalı ki belirli aralıklarla sürekli Milliyet'in internet
sitesinde yayınlanıyor. Eminim pek çok insanın ilgisini çekmekte ve pek
çok insan o köye turistik bir ziyaret yapmak istemektedir.http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/44427-yasam-324-yildir-turk-gibi-yasiyorlar/1
Son zamanlarda adından sıkça söz ettiren Ağaoğlu İnşaat projesi "Maslak 1453", bu kez Fatih Ormanı'nın işletmeciliğini yürüten AKC Petrol Ürünleri'ninidareden izin almadan aralarında Ali Ağaoğlu'nun da bulunduğu gruba gerçekleştirdiği hisse devrinin Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından feshedilmesiyle gündemde. Söz konusu orman, projenin medyada farklı alanlarda pek çok tepki gördüğü "Bu değil, bu da değil" repliğinin üzerine basılan reklam filminin çekildiği yer; yani Fatih Ormanı. Bu olayda benim ilgimi çeken bir kaç etkenden ilki, Ali Ağaoğlu'nun bilinçsizce, hiç bir pr danışmanının yardımı olmaksızın canlı yayına bağlanarak kendini "savunması". Bağlandığı televizyon programında kullandığı ifadelerin, kendini savunmaktan çok küçük düşürücü nitelikte olup itibarını halkın gözünde sarsar niteliktedir. Kendisine yöneltilen "kanunlara aykırı değil ama etik mi?" sorusuna cevap verememesi, bir "public figure" olarak yapmaması gereken bir harekettir. Bunun dışında, tartışmada sıkça üstünde durulan reklam filminin subliminal mesajlarının inkar edilmesi de sunucunun sorduğu "yasadışı değil, ama etik mi?" sorusunu akıllara getirmektedir.
Maslak 1453 projesi, başlı başına bir çok alanda tepki almasına rağmen eleştirilere aldırmadan tavrını sürdüren Ağaoğlu, bu davranışıyla gün geçtikçe başka bir hukuki engelle karşılaşmaktadır. Reklam filminde kullandığı "bu değil, bu da değil" ifadesi ve projeleri yere fırlatması, Mimarlar Odası'ndan büyük tepki aldıktan sonra bu konu hakkında Ağaoğlu'na Hakan Sekmen tarafından dava açılmıştır. Sekmen, Facebook sayfasında konu hakkında fikirlerini şu şekilde paylaşmıştır:
“Özelikle genç mimarlık öğrencilerinin mesleklerini
küçümsenmiş hissetmeleri ve bunu sosyal medyada dile getirmeleri; bu dava
yoluyla mesleğin saygınlığını hatırlatma ve örnek olma gereği doğurmuştur. Aynı
zamanda hem şirketimizde, hem de diğer mimarlık firmalarında çalışan mimar
arkadaşlarımızın emeklerinin yoğun saygı görmesi gerektiğini hatırlatmak elzem
olmuştur.”
“Amaç sadece mesaj vermek ve ülkemizde değerini yükseltmek
için yoğun çaba harcadığımız "mimari emek" kültürüne dikkat
çekmektir.”
Bu gerekçelerle Ağaoğlu'na manevi tazminat davası açan Sekmen, aynı zamanda reklamın yayından kaldırılmasını talep etmiştir. Bunca tepkiye rağmen Ali Ağaoğlu'nun hala niçin bir PR ajansından yardım almamaktaki ısrarı, eminim benim dışımda bir çok insanın da merak konusudur.
Sosyal Medyayla Duyarlılık Siyahın Asaletini Gün Yüzüne Çıkardı
Bugün, hepimizin de bildiği gibi, uzun zamandır ülke olarak canımızı yakan, içimizi acıtan terör olayları karşısında birleşip, kitle halinde, şehitlerimizi unutmadıklarını, her gün kaybettiğimiz abilerimizin, kardeşlerimizin canlarına, ailelerinin akan göz yaşlarına duyarsız kalmadıklarını, en asil duruşuyla gösteren Bahçeşehir Üniversitesi gençlerinden bahsedeceğim. 18 Kasım akşamı, günümüzde iletişim denince akla gelen en yaygın ağ olan twitterdan haberleşip, #bahcesehirsiyahaburunuyor etiketiyle, 19 Kasım günü, okuldaki tüm gençler siyah giyinerek, şehitlerimize saygı çerçevesi altında birleştiler.
Öğretmenlerini, gazetecileri ve arkadaşlarını harekete geçirerek kitle iletişim aracını en güzel şekilde kullanan Bahçeşehir öğrencileri, bu hareketleriyle tam anlamıyla bir iletişim başarısı ortaya koymuşlardır. Okul kurucusu Enver Yücel de, öğrencilerinin bu hareketini yine twitter üzerinden desteklemiştir.
Hepimizi, kitle iletişim araçlarını bu gibi güzel amaçlar için kullanmaya davet ediyor ve Bahçeşehir Üniversitesi öğrencilerini hem bu duyarlı davranışları hem de organize oluş başarıları için tebrik ediyorum.
Son zamanlarda Hollywood’un ABD
dışında farklı mekan arayışı içerisinde olduğunu bilmeyenimiz yoktur herhalde. Durum böyle olunca Hollywood’un farklı mekan arayışı ABD’nin Orta Doğu ve Asya merakı ile
birleşiyor ve Türkiye Hollywood yapımlarının yeni, aranan mekanı oluyor.
Kısacası Hollywood’da
artan İstanbul dozunu hepimiz hissetmeye başladık. Liam Neeson’un oynadığı Taken
2, Ben Affleck’in yönettiği Argo ve yeni James Bond Daniel Craig’li Skyfall bu
önemli yapımlardan sadece birkaçı. Biz, İstanbul’un bu büyük bütçeli ve önemli filmlere
konu olmasına sevinirken; ülkemizin modern yüzü yerine bambaşka bir Türkiye
algısıyla karşılaştık. Filmlerde yansıtılan İstanbul: yıkık dökük binaların, Murat
ve Şahin marka otomobillerin olduğu; kara çarşaflıların istila ettiği, teknolojiden yoksun, tehlikeli, harabe bir İstanbul. Durum böyle olunca hepimiz çizilen bu
Türkiye tablosundan rahatsız olduk.
Anladığımız kadarıyla, Hollywood Türk toplumu ve imajı
üzerine kafa yormuyor, yalnızca filmlerinde kullanmak istedikleri "oryantalist havayı" İstanbul ve Türkiye üzerinden yakalamaya çalışıyorlar. Haliyle “modern
toplumların” yani “Dünyalıların” algısı da teknolojiden bir haber, harabe bir
Türk toplumu algısından öteye gidemiyor.
Biz Batı’ya kendimizi tanıttık,
asıl Türkiye'yi artık herkes iyi biliyor diye düşünürken; bu yapımlarla Hollywood’un
bilinçaltındaki Türkiye algısıyla yüzleştik. Peki biz bu algıyla nasıl baş
edeceğiz, bu algıyı nasıl değiştirebiliriz diye düşündük mü? Elbette hayır…
Yılda milyonlarca turisti ülkesinde
çeken Fransa, İspanya ve İtalya gibi “turizm” ülkeleri “küçük bir bütçe” ayırarak
Hollywood’da kendi şehirlerinin isimleriyle filmler yapıyorken, Türkiye ne
yapıyor? Hemen ben söyleyeyim, tek yaptığımız şu; “Gelin güzel lokumlarımızdan tadın,
Kapalıçarşı’ya uğrayıp antika halılarımızdan satın alın ve lütfen bizi iyi
gösterin”. Evet, bence yaptıklarımız yalnızca bunlarla sınırlı. Woody Allen’a 15-20 milyon dolarcık verip “Barcelona Barcelona” ya da Midnight in Paris”
gibi “… İstanbul” olmak yerine veya
ülkemizdeki iyi sinemacıları desteklemek yerine sadece şikayet ediyoruz. Düşünmüyoruz, tartışmıyoruz, harekete geçmiyoruz...
Bence ufak bir gayret, güzel
ülkemizi ve İstanbul'umuzu “Dünyalılara” göstermek için yeterli.
Peki tüm bunları çok mu dert
ediyoruz, diyenler olabilir. Belki öncelikli derdimiz değil evet, ama öyleyse bu Hollywood imajımızdan şikayet etmeyeceğiz değil mi?
Tarih boyunca belki de insanların ilgisini en çok çeken konulardan biri dünyanın sonunun
ne zaman ve nasıl geleceğidir. Bu konuda geçmişten günümüze kadar birçok kehanet ve
teori ortaya atılmıştır. Son zamanlarda da medyayı, insanları oldukça meşgul eden 21 Aralık
2012 kehaneti söz konusu. Maya takviminin sonu, Foton Kuşağı, Marduk’un dünyanın çok
yakınından geçeceği teorisi… Bunlar sadece kehanet mi yoksa bilimsel dayanakları var mı
onu anlamamız gerekiyor diye düşünüyorum.
Öncelikle herkesin dilinden düşmeyen bir Maya takviminin 5000 yıllık döneminin sonu
gerçeği var. Peki bu neyi ifade ediyor, kısaca açıklayalım:
“Mayalılar, binlerce yıllık dönemlerden oluşan detaylı takvim sistemlerinin bitimi olan 21
Aralık 2012 tarihinin uzun bir çağın sonuna işaret ettiğine inanmaktadırlar. Maya takvimine
göre dünya 1 milyon 872 bin günde bir yeni bir çağa geçmektedir. Yine bu takvim sistemine
göre dünyanın geçmişi yaklaşık 5,125 yıla denk gelen devrelerden oluşmakta ve bunların her
birinin sonu dünya için radikal değişimler ve büyük yenilikler içermektedir. Mayalar'a göre
şu an içinde bulunduğumuz devre beşinci ve son devredir. Bu devir 13.0.0.0.0 tarihinde son
bulacaktır. Bu da bizim kullandığımız takvime göre 21 Aralık 2012 tarihine denk gelmektedir.
Maya takvimine göre 21 Aralık 2012 tarihi 13 Baktun, 0 Katun, 0 Tun, 0 Uinal ve 0 Kin
şeklinde adlandırılarak ifade edilmiştir. Hesaplamalara göre Maya Çağı'nın başlangıcından
itibaren toplam 1,872,000 gün geçecek, ardından yeni bir çağ; Altın Çağ başlayacaktır.
İşte bu nedenle Mayalılar 21 Aralık 2012 tarihinin sadece bir dönemin sonu olmadığını
düşünmekte, dahası bu tarihin bazı akıllı, mübarek insanların ortaya çıkacağı ve dünyaya
Altın Çağ'ı getirecekleri yeni bir dönemin başlangıcı olduğuna inanmaktadırlar.”
Kehanet kısmını bir tarafa bırakırsak bir de resmi olmayan kuruluşlar tarafından ortaya atılan
ve sadece birkaç bilim adamı ve astronomun tezlerinden başka dayanağı bulunmayan bir teori
de var ortada: Foton Kuşağı.
“Foton kuşağı, M45 Ülker Takım Yıldızı ile birlikte Güneş Sistemi' nin de içinde
bulunduğu sanılan hayali bir kuşak olarak görülmektedir. İnanılışa göre Maya Takvimi'
nin bittiği Aralık 2012 tarihini müteakiben, Dünya uygarlığı' nın yeni bir boyuta gireceği
sanılır ve girilen bu yeni boyut düşünebilen canlılara, farklı yetenekler ve farklı fikirler
kazandıracağı ileri sürülür. Belirli zaman dilimlerinde, insanoğlunun kurduğu düzenin
artık işe yaramayacağı, birçok insanın yeni fikirlerle öne atılacağı bir düşünce birliğinden
bahsedilmektedir. Barış ve huzurdan bahsedildiği; anlayış tarzlarından, kültürel yapıya,
ekonomik değişimden, özgürlüklere yeni bir boyut kazandıracağı 'inancını' kapsayan, bu
düşünce birliğinin oluşacağını bekleyen kişilerin tanımladığı bir kuşak olarak da görülebilir.
Öte yandan Nibiru adı verilen gezegen ise yine bu tarihte Dünya' ya yaklaşıp yeni olaylara
sebep olacağı savunulur ki bu çevreden 'başka' inanışlarca; Kıyamet, Foton kuşağının
getirisi olan yeni boyut olarak tanımlanır. Bu inançlarca da Tanrı' nın insanları aslında yok
etmeyeceği, Kıyamet Günü' nün acı ve ölüm olmadığının, onlara bir bilinç devrimi yaşatarak,
her açıdan gelişmiş toplumlar olarak hayatlarına devam edebileceklerine inanan tüzel
kişilerce adlandırılan ve bu düşünce yapısının bir ürünü olarak benimsendiği gözlenmektedir.
Ayrıca öne atılan tarihte güneş patlamalarının yaşanacağı ve dünyadaki canlıların genetik
yapılarının değişime uğrayacağı, süre gelen olayların ise, dünya üzerindeki büyük elektirik
kesilmeleri ile başlangıç alacağı tezini öne sürerler.”
Bu konuda kehanetler ve teoriler bu minvalde sürüp giderken, gerçekleşip
gerçekleşmeyeceğini ise zaman gösterecek. 21 Aralık 2012 kehanetinin senelerdir insanları,
medyayı oldukça meşgul etmesi, özellikle de dünyanın sonu geldiğinde ayakta kalacağı iddia
edilen birkaç yer olması ve bunlardan birinin de Şirince köyü olması en çok dikkatimi çeken
kısım oldu.
Gidenler bilir, Şirince oldukça güzel bir yerleşim yeri. Ancak senelerdir turizm anlamında
değişmeyen bir grafiğe sahip. Maya kehanetinden dolayı ve bu kehanetin medyada fazlaca
yer bulmasından dolayı ise işler oldukça değişmiş. Şirince’de inanılmaz bir rezervasyon
patlaması yaşanıyormuş ve oda bulmak imkansız hale gelmiş. Dünyanın dört bir yanından
insanlar buraya akın ediyormuş. Hatta Şirince sakinleri: ”Keşke bu söylentiler hep olsa. Bu
söylentilerle buraya daha çok insan, daha çok müşteri gelmiş olacak. Böylelikle köyde ticari
hareketlilik oluşacak” diyormuş.
Kehaneti, teoriyı bir yana bırakırsak bu durum medya ve iletişimin gücünü göstermesi
açısından oldukça önemli. Şirince belki de yıllardır turizm anlamında kalkınmaya çabalayan,
kendini tanıtmak için uğraşan bir yer. Çalışmaların, reklamların, tanıtımlarım yapamadığını
ise bir kehanet, medyanın da gücüyle çok kısa bir sürede gerçekleştirmiş oldu.
14 kasım akşamı İstinye Parktaki h&m mağazasında, ünlü Belçikalı tasarımcı Maison Martin Margiela'nın tasarımlarının ön gösterimine davetliydim. Bilen bilir M. M. Margiela modanın en önemli isimlerindendir. Moda devleri ile sezonluk güzel çalışmalara imza atan h&m markası her davetinde olduğu gibi bu seferde güzel ev sahipliği yaptı. Sıradışı tasarımlara imza atan Margielanın ilham kaynağı yine sanatı. Gece boyunca ünlü ismler ve Vogue gibi saygın moda dergilerinin de katılımıyla renkli geçen lansman twitterda tt olup, takip eden günlerde de konuşulmaya devam edildi.
Koyu bir Fenerbahçe taraftarı olarak geçtiğimiz Ekim ayı tüm camia için olduğu gibi benim için de çok zordu.
Son bir kaç yıldır Alex'in yaşlandığı ve eski performansında olmadığı tartışmalarının yanısıra 2009-2010 sezonundan bu yana Fenerbahçe futbol kulübün teknik direktörlüğünü yapan Aykut Kocaman ile olan anlaşmazlığı camiada soğuk rüzgarlar estiriyordu.
Aykut Kocaman'ın Alex'e söz geçiremediği ve Kaptan Alex'in takımı yönetmeye çalıştığı iddaaları Teknik direktör ve Kaptan arasında gerginlik yaratırken tüm bu olaylar geçtiğimiz Ekim ayında patlak verdi.
Moskova'daki deplasmanda yenildiğimiz ve Alex'in oynamadığı Spartak Morcova maçının Kadıköy'deki rövanşında Aykut Kocaman, Alex'i yine ilk 11'de sahaya çıkartmadı. Ancak 65inci dakikalara gelindiğinde Fenerbahçe'nin hala rakip kalede gol bulamamasından ötürü kritikleşen 70inci dakikada Aykut Kocaman Alex'i oyuna aldı ve Alex'in ilerleyen dakikalarda attığı gol ile Fenerbahçe maçı galip bitirdi.
Bunun üzerine maçtan sonra Alex de Souza'nın şahsi Twitter hesabından portekizce yazdığı "Aykut Kocaman beni kıskanıyor" tweeti kulüpteki bu kriz döneminin başlangıcı oldu.
Medya, Fenerbahçe camiası ve tüm futbolseverler "Aykut mu haklı? Alex mi?" sorusuna yanıt ararken ikiye bölündü ve medya takip ajansı Interpress'in açıklamasına göre Ekim ayında Alex de Souza tam 2 bin 108 kez haberlere konu oldu.
Başkan Aziz Yıldırım ile özel görüşmeleri, Fenerbahçe internet sitesinden yapılan kulüp açıklamaları, twitter'dan yapılan açıklamalar, röportajlar, tüm Fenerbahçe oyuncularının açılamaları medyanın susturulmasına yetmedi ve Türkiye'den ayrılma kararı alan Alex de Souza 3 saatlik bir basın açıklaması yaparak tüm camiaya bu duruma nasıl gelindiğini detaylı bir şekilde anlattı ve ayrılma kararını açıkladı.
Fenerbahçe kulübü ise resmi internet sitesinden "Alex de Souza bizim kaptanımızdı, bu nedenle hiçbir cevap vermeyeceğiz..." diyerek suskunluğunu korumaya çalıştı.
Ancak Almanya deplasmanına giderken havaalanında Başkan Aziz Yıldırım'ın Alex'in tercümanı Samet ile verdiği röportajı haftaya damgasını vurdu. Youtube'da tıklanma rekorları kırdı.
Alex'in gitmemesi için yapılan tüm çabalar boşa çıktı...
Gitmeden önceki gün Kaptan Alex Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüştükten sonra ailesiyle birlikte ülkeyi terketti.
Fenerbahçe'den ayrılmasının üzüntüsünü şu tweetiyle anlattı; "Fenerbahçe bir oyuncu kaybetti ama bir taraftar kazandı..."
Reklamda,
günümüzde insanlarınyaşadıkları temel sorunugündeme
getirmektedir. İnsanların ayakta kalabilme mücadelesindendolayı, artık kimseninkimseyidinleyecek, anlamaya çalışacak ne hali
ne de durumu bulunmaktadır. Her kişi ancak kendi yaşamsal sorunlarını çözmeye çalışmakta hatta bu konuda, çok tabaşarılı
olamayabilmektedir. Aslındainsanlar
birbirlerini dinleyerek, anlamayaçalışaraksorunların çözülebileceğinin farkında bile değiller.
Bu sorun gittikçe insanları yalnızlaştırmaya, bireysel yaşamların oluşmasına neden olmaktadır.
ORTADOĞUDA ATEŞ HER GEÇEN GÜN BÜYÜYOR
Ortadoğu karışık. Her yeri bir ateş sarmış. Irak, Mısır, Libya, Lübnan, Filistin devletin zirveleri yıkılmış ve yenileri geçmiş olsa da hiç biri rayına oturmuş değil. Hala bir karmaşıklık içinde Ortadoğu yangının içinde tabi birde bir buçuk yıldır Beşar Esad’ın kendi devlet başkanının zulmünde ki Suriye var.
Harabeye dönmüş şehrin sokaklarında gezinen ölüm her yeni gün onlarca hatta yüzlerce cana vuruyor. Devletin kendi halkına çevirdiği silahların namlusunda Suriye ateş içinde. Suriye’de askeri zulmün eziyetinden kaçanlar ülkemize sığınıyor. Masum halk kendi ülkesinden çıkıp mülteci durumuna düşüyor. Bir devlet başkanı kendi ülkesine bu eziyeti neden yapar ki. Beşer Esad bilmiyormuki kendi sonu da diğer devrik liderler gibi olacak. Ama asıl mesele savaşı yapanlarda değil ortalığı karıştıranlarda. Her ne kadar bir terör ve savaş ortamı varsa da aslında tarafları belli olmayan, düşman kim, dost kim belli olmayan bir kaos ortamı içerisindeyiz. Güneydoğu’da çeyrek asırdır süren terör olaylarında ülkemiz çok can verdi, ciddi boyutta ekonomik kayıplar yaşadı. Oysa burada görünenin aksine, görünmeyen bir düşmanla karşı karşıyayız.
İ
zmir Foça’da yapılan bombalı saldırı gösteriyor ki terör sadece güney doğuda değil Terör tüm ülkemizde. PKK’nın özgürlük savaşçılarını(!) yönlendirenler neyi hayal ediyor neyin peşinde peki? Dün Esed'e destek veren, bugün önlenemeyen akıbetini görüp vazgeçen PKK, sadece terör kapasitesini artıracak bir fırsat görüyor önünde. PKK hali hazırda Suriye’nin iki kentini ele geçirmiş durumda. Ve buda ülkemize yaklaşan ve git gide daha da büyüyen bir terörün habercisi.
21. Yüzyılın başlarında terörün arkasındaki malum devletler dahil hiçbir ülkenin savaşı göze alamayacağını söylesek de; PKK ve terörü yönlendirenlerin ülkemizde ve Ortadoğu da çıkarmak istediği savaş pek de uzak görünmüyor.
Anadolu Sigorta'nın yayınlamış olduğu sağlıkta fırsat poliçesi hakkındaki reklamlar son zamanlarda ki en dikkatimi çeken reklam filmi oldu. Aynı konu üzerine yayınlanmış iki reklam filmi bulunmaktadır. İlkinde hava alanındaki güvenlikten geçmek için sırada bekleyen bir adam bel mr'ı çektirmek için x-ray cihazından geçiyor. Dışarıda çektirilen mr'ın pahalılığından yakınıp, ücretsiz olarak burada bavulun içini gösteren cihazın kendi belindeki rahatsızlığı da görüntüleyeceğini düşünmektedir.
Diğer reklam da ise fotokopi çeken kitapçı dükkanına giren bir genç, fotokopi kısmına gelince ona yardımcı olmak isteyen eleman ne çektirmek istediğini soruyor ve karşılığında "beyin" cevabını alıyor. Aldığı yanıt karşısında eleman şaşkınlık içinde orada fotokopi çekildiğini belirtiyor. Tomografinin dışarıda pahalı olduğundan yakınan genç bu işi ucuza halledeceğini söyleyerek kafasının fotokopisini çektiriyor. Sonuç olarakta bel mr'ı için x-ray cihazına giren adam güvenlikçiyi, beyin tomografisi yerine kafasının fotokopisini çektiren gençte fotokopiyi çeken elemanı doktor yerine koyup bir tanı saptamalarını bekliyorlar.
Bu reklamlarda vurgulanmak istenen, poliçenin içeriğinin ileri tanı testlerini de kapsadığı belirtiliyor. Bilindiği gibi ülkemizde bu tarz ileri tanı işlemleri oldukça pahalı ve insanların özel sağlık sigortaları olsa bile sigortalar bu tarz operasyonları karşılayamayabiliyor. Bu nedenle reklam sanılanın aksine her safhadaki tanı işlemlerinde Anadolu sağlıkta fırsat poliçesinin yanımızda olacağı mesajını veriyor. Bu konu hayatımızdaki gerçekliği mizah yoluyla yansıttığı ve çarpıcı örneklerle sunulduğu için dikkatimi çekti. Eğlendirirken düşündüren bir reklam filmi olmasından dolayı iletişim açısından önemli bir yer aldığını düşünüyorum. Çünkü düşünülerek yapılan, izleyicinin bir sonuca varmasını hedefleyen reklam filmlerinin iletişim alanında daha hızlı sonuçlar aldığını görmekteyiz. İletişim mecrası olarak televizyonun kullanılmasının doğru bir seçim olduğunu düşünmekteyim. Çünkü radyo ya da basılı reklam araçlarında bu kadar dikkat çekici olacağını düşünmemekteyim.
LÖSEV bu
reklamda , 2006 yılı Cannes Lions
Festivalini kazanan kanser temalı kısa filmi, kamu spotu olarak kullanmış.
LÖSEV reklamına , 4-5 yaşlarında
bir kız çocuğu
saçlarını bir makasla
gelişigüzel kesiyor. Kapı çalıyor
ve annesi babası abisi (lösemi
hastası)eve geliyor.
Kız kestiği saçlarını abisine veriyor , abisi de gülümseyerek kafasındaki şapkayı kardeşine veriyor. Reklamdaki slogan “Mutluluk
paylaştıkça artar.”diyerek basit ama etkileyici olan LÖSEV reklamına
son nokta
konuluyor.
Reklam filmi hem
etik açıdan hem
de reklamcılık acısından başarısızdır. Reklam filmi kısa vadedetoplanan bağış miktarlarının
artmasına sebep olabilir
fakat lösemili çocuklar ve lösemi
hakkında birfarkındalık
yarattığını düşünmüyorum. İnsanlarda anlık bir dikkat uyandırıyor.
Reklam filminde sosyal sorumluluk
bir anlıkda
olsa başarılı bir şekilde aşılanıyor.
Geçtiğimiz haftanın en büyük medyatik olayı tabiki de Jennifer Lopez. Temmuz ayında başladığı "Dance Again World Tour 2012 " kapsamında İstanbul'da üç konser verdi. Romanya'da vereceği konseri iptal ederek İstanbul'da ki konser sayısını yükseltti. Üç konserde de çalışma şansına sahip oldum ve organizasyonu herşeyi ile takip edebildim. Herşey düzenli ve programlıydı. Yabancılara bir daha hayran kaldım. Konserin en büyük zorluklarından biri ilk konserin Ataköy'de sonraki konserinde Ataşehir'de olmasıydı. Çarşamba sabaha karşı geldikleri İstanbul'da apar topar konser alanı yerleştirmesi yapıldı ve konser bitiminde aynı hız ve düzenle Ataşehir konser alanına gidildi, kurulum yapıldı. Ataköy Atletizm Salonunda gerçekleşen konserde bir Türk olarak yüzüm düştü. Gün içinde hazırlıklar sırasında sadece atletizm salonu içinde elektrikler kesildi ve uzun süre gelmedi. Atletizm salonununda pisliği cabası. Dünyaca ünlü bir yıldızın Türkiye'ye gelmesi , bu kadar büyük bir organizasyonun gerçekleşmesi Ataköy Atletizm Salonunun sorumlularını çok ilgilendirmemiş gibi duruyordu. Ataşehir'de gerçekleşen iki konserde de büyük bir özenle hazırlanırmıştı. Bu iki işletmenin birbirinden farkıydı. Ülker Spor Arena tertemizdi , güvenlik son derece yoğundu. Türklerin yabancılarla farkını bu üç gün boyunca daha nice anılarla yaşadım.
Türkiye’nin en önemli sorunlarından birinin işsizlik olduğunu söylemeye gerek bile yok, üniversite mezunlarının bile işsiz kaldığı bir ortam da doğru işi aramak, o işe bulmak ve de o işe ulaşmakta ayrı bir beceri istiyor. Bu sebeple iş sahibi olmak için birçok yöntem kullanıyoruz bunlar için de en çok kullanılan da şüphesiz ki internet. İnternet de sadece bu işe yarayan, iş arayan ve iş vereni buluşturan bir çok site var. İş ararken de profil oluşturup baktığımız belli başlı sitelerde var, belki de bunların en başında 38.299 iş ilanıyla kariyer.net geliyor.
İş arayan herkesin bilgi sahibi olduğu bu konulardan sonra gelelim mevzuya. Geçtiğimiz günlerde Facebook el atmadığı az sayıda konudan olan “kariyer” konusunda atılımlarda bulundu ve artık kendi iş arama motorunu oluşturduğunu açıkladı. Böylece 1.9 milyon dan fazla ilanı tek bir noktada buluşturdu. Daha önce bu alanda tekel olan linkedln.com rakip olur mu bilinmez ama sosyal medyayı da kullanarak popülaritesini artırmaya çalışan kariyer.net gibi siteleri etkileyeceği kesin. İşte facebook iş arama motoruna bu linkten ulaşabilirsiniz. Social Jobs Partnership
Facebook da ki kullanıcı sayını ve bağlantı sayını da göz önüne alırsak iş bulma konusunda başarılı olacak gibi görünüyor. Facebook iş arama motorunun görüntüsü de klasik facebook ara yüzü şeklinde. Webrazzi’nin haberine göre facebook 5 farklı iş ortağı ile bu alana giriyor. Bunlar Monster, Word4labs, Jobvite, Us Jobs ve Branchout. Yine webrazzi kaynaklı habere göre yaklaşık 100 tane fortune 500şirketi dahil olmak üzere 18 bin şirketin iş listelediği Work4labs CEO’su da Facebook ‘un bu işte başarılı olabileceğini düşünüyor. Zaman ne gösterir bilinmez ama Türkiye’de Facebook’un bu işteki başarısı kariyer.net gibi sitelerin kan kaybetmesine neden olacaktır.
Özcan Deniz'in Kore yapımı " A Moment to Remember" filminden yorumlayarak çekmiş olduğu ikinci filmi Evim Sensin gişede en güçlü rakiplerini geride bırakarak büyük bir başarıya imza attı. Film gişede en büyük rakibi olarak gösterilen James Bond'un son filmi olan Skyfall'u geride bıraktı.Evim Sensin ilk 10 günde toplam 850 bin 604 kişi tarafından izlenirken, Skyfall ise ilk 10 günde toplam 350 bin 16 kişi tarafından izlendi.
Evim Sensin'in haricinde yayınlandıkları dönemde Hollywood yapımlarını geride bırakan birçok yerli yapım bulunmaktadır. Aşk Tesadüfleri Sever, Asmalı Konak,İncir Reçeli bu filmlerdendir. Gişe başarısına rağmen film ile ilgili bazı tartışmalar da sürmektedir. Evim Sensin uyarlama bir film olduğundan dolayı bu başarıyı haketmediği konusunda eleştiriler yapılmaktadır. Bu eleştirilere rağmen film oldukça iyi bir gişe başarısı yakalamış ve Türk tarihinin önemli filmleri arasında yerini almıştır.
Apple iPhone isimli akıllı telefonları ile en çok konuşulan, ürünleri çıkmadan önce mağazalarının önünde sıraya girmek için geceden çadırlarıyla kamp kuranlar ve yüksek satış rakamları ile belki de son yılların en gözde telefonlarından biriydi.
Apple tasarımları ve yüksek teknolojisi, dokunmatik ekran özelliği ile telefon piyasasına girdiği ilk günden beri rakiplerini daha doğrusu sektörün eski liderlerini hızla geri planda bırakarak uzun yıllar liderlik kürsüsünün sahibi oldu.
Amerika’dan, Uzak Doğu’ya, Avrupa’dan Asya’ya tüm kıtalar üzerinde ki hakimiyeti dolayısıyla, önce Nokia’yı ardından Blackberry’i neredeyse telefon piyasasından silmek üzereydi ki birden bire telefon sektöründe çok da ön planda olmayan bir marka ile karşılaştık; Samsung.
Apple ve Samsung patent kavgaları yüzünden önce mahkeme salonlarında aldılar soluğu. Aralarında ki dünya çapında devam eden sayısız patent savaşının en önemlisi olarak gösterilen ABD davası, geçtiğimiz aylarda sonuçlandı ve Kaliforniya’da görülen davada, jüri, Apple’ı memnun edecek bir karar vermişti. Bu karara göre Samsung, çok sayıda Apple patentini ihlal ettiği gerekçesiyle, 1 milyar dolar tazminat ödemeye mahkum edildi. Ardından Güney Koreli Samsug kendi ülkesindeki davadan da yara almıştı. Apple'ın mobil veri transferi teknolojilerinde Samsung'a ait iki patenti ihlal ettiğine, Samsung'un ise dokunmatik ekran teknolojilerinden birini taklit ettiğine karar veren mahkeme Apple'ı Samsung'a 35 bin dolar, Güney Koreli şirketi ise Apple'a 20 bin dolar ödemeye mahkum etmişti. Aslında bu davalar ile birlikte Samsung’un, Apple’ın yaptığı yenilikleri tatbik eden bir takipçi olduğu resmen belgelenmiş oldu.
Şimdilerde ise Samsung'un sekiz ürürüne satış yasağı getirmek için mahkemeye başvuracağı iddia edilen Apple, geçtiğimiz gün resmi başvuruda bulunarak Galaxy S III de dahil birçok ürünün ABD'de yasaklanmasını istedi.
Ancak tüm bunların yanında Samsung satışları tüm dünyada çığ gibi büyümeye devam ediyor. Belki ekonomik anlamda Samsung tüm bu davalardan büyük yaralar alıyor ancak satış rakamlarına bakılacak olursa Samsung’un marka imajı kesinlikle zedelenmiyor aksine Samsung tüm kıtalarda çığ gibi büyümeye devam ediyor.
Satış rakamlarına şöyle bir göz atacak olursak tabloda da görüldüğü üzere Apple’ın ihlâlle suçladığı Samsung akıllı telefonları 21 milyondan fazla satılmış. ABD’li araştırma şirketi IDC, teknoloji şirketlerinin üçüncü çeyrek rakamlarına dayanarak hazırladığı raporda, Samsung’un küresel akıllı telefon nakliyatında Apple’ı ikiye katladığını ortaya koydu. Nokia, ilk beşe giremedi. Araştırma şirketi IDC’nin açıkladığı rakamlara göre, Samsung 2012’nin üçüncü çeyreğinde küresel akıllı telefon nakliyatının yüzde 31.3’ünü gerçekleştirdi. Apple ise bu pastadan yüzde 15’lik pay alabildi. Akıllı telefon piyasasının Apple ve Samsung tarafından neredeyse ele geçirildiğini belirten IDC, üçüncü çeyrekte Samsung’un dünya genelinde 56.3 milyon akıllı telefon nakliyatı yaptığını açıkladı. Samsung, 2011’in aynı döneminde sadece 28.1 milyon akıllı telefon nakliyatı yapmış ve piyasanın yüzde 22.7’sini ele geçirmişti.
Peki bu nasıl gerçekleşti? ABD piyasasında zor günler geçiren Samsung küresel alanda nasıl böylesine başarılı bir grafik çizdi?
İlk olarak Samsung Galaxy’nin nasıl tasarlandığını anlatan video’sunu izleyebiliriz; http://youtu.be/Htt4fp_rM34t
Öncelikle tüm bunlardan çıkarabileceğimiz en doğru yargı iPhone 5’in birçok kesimi memnun etmemesi oldu. Apple’ın yeni telefonunu büyük umutlarla bekleyen kullanıcı, telefon bekledikleri gibi çıkmayınca Galaxy S3’e yöneldi.
Ancak tüm bunların yanı sıra Samsung’un bu sene oldukça doğru reklam kampanyaları yürüttüğünü söyleyebiliriz.
1 - Bunların ilk örneği; Samsung’un yeni ürünlerinde devamlı olarak şöhret isimlere yer verilmesi; James Franco, Lebron James, Ozzy Osbourne, David Beckham bu isimlerden yalnızca bir kaçı…